ßU S!T€ SÜP€R - мєктυρ

AKLIMDAN SİLEMİYORUM



Senden çok uzaklarda ,nerede olsam da,
Sanki sen,
Hep yanımda,
Yanımdasın sevgilim..
Seni aklımdan silemiyorum,
Ne yapacağım, bilemiyorum..
İşte,bu gece yine sensiz,
Sensizliği,
İçtikçe içiyor, içiyorum...

Teselli ararken kadehlerde ben,
Ne olur, çıkıp da, geliversen birden ,
Mutluluk akar ,yaş yerine gözlerimden....

Ama, kim bilir,sen şimdi,
Uzaklarda,
Nerede,kiminlesin ?...
Ben ise,
Karanlık bir köşede,
Sensiz ama, yine seninle...
İnan,
Hasret,acısı çöktü yüreğime....
Sen yoksun ,
Neden?..

Neden, yalnız seni düşünürüm ben,
Oysa ki, yemin etmiştim,
Bir daha sevmeyecektim...
Neden ? kalbime girdin,
Madem ki terk edecektin...
Benimki,gizli bir aşktı.,
Bilemedim,
Bilemedin.
Sana da söyleyemedim..

Sen, seni sevmediğimi sandın,
Gurur yapıp uzaklaştın..
Seni kalbime gömeceğim dedin,
Ah!...Ben ise,
Bir türlü söyleyemedim....

Teselli ararken kadehlerde ben,
Ne olur,
Ansızın, çıkıp da geliversen ..
Mutluluk akar yaş yerine gözlerimden.
Belki,
Yeniden başlardık sen ve ben.........
Tünay Süer

BİR HASRET MEKTUBU
Bilirim ki aşkın bahçesinden bir gül koklayan, şeyda bülbül olurmuş. Bilirim ki aşkın pınarından bir damla içen, ömrünce sarhoş gezermiş. Bilirim ki kavuşmak olmasa sevdalılar, ağlayı ağlayı kör olurmuş.

Biliyor musun, iki gözüm; bugün ayın kaçı? Hangi mevsimdeyiz? Bahar mı, kış mı, sonbahar mı, yaz mı; inan farkında değilim. Sıla ne yana düşer, gurbet ne yanda? Nerdeyim, nasılım? Bilmiyorum.

Derdim, kederim ne ? Biliyor musun yanıtını?... Neşemi, sevimcimi, yaşama gücümü yitirdim. O coşkulu, mutlu, umutlu günlerimi ne de çok özlüyorum. Öylesine bir özlem ki bu; ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Sevdiklerim, özlediklerim ve bana dost olanların her biri başka bir yerde; hiç birine kavuşamıyorum.

Dalları fırtınada kopmuş bir ağaç gibiyiz iki gözüm. Her dalımız bir sınır boyunda, her yaprağımız bir ülkeye savrulmuş. Bir yanımız vizeli, bir yanımız kaçak. Çocukluğumu, ilk gençliğimi, geçmişimi, memleketimi velhasıl eskiye ait herşeyimi nasıl özlüyorum biliyor musun? Özümü özlüyorum, özümü.....Kendim olabilmeyi, sözümde durmak için verdiğim çabayı, kendime dürüst olmak için kendimle olan mücadelemi, özümle barışık yaşamayı özlüyorum. En iyi sen bilirsin, bir huyumu terk etmek için sarf ettiğim gayreti. Doğaya, insanlara, hayvanlara, çocuklara olan sevgimi, tutkumu ve yüreğimdeki ateşi, dimağımdaki tadı da en iyi sen bilirsin.

Zaman geçiyor, hayat geçiyor, ömrümde akşam çanları çalmaya başladı bile. İnsanın mutlulukları, heyecanları, hayatı, yaşadıkları geride kalıyor iki gözüm. Bizim gibileri yıllar geçtikçe daha bir duygusallaşıyor. Toplumların gittikçe bencilleştiği, duyarsızlaştığı dünyamızda olup bitenler beni hüzünlendiriyor. Acaba bu durumun bilincinde ve farkında olan çevremizde kaç insan var ? Binbir düşünce üşüşüyor beynime. Anılarla, özlemlerle boğuşmak beni yıpratıyor. İç acısıyla dolu, yaralı, bin yerinden vurgun yemiş bir gönülle acılara karşı umarsız olmaya çalışıyorum ama olmuyor. Belki bir gün son bulacak ufuklarda solar hüznümüz. Hala bir şeyler bekleyerek bulutsu bir sise gömülüyor her şey.

Şimdi ise, gülmek-ağlamak arası monoton bir hayatın girdabında kaldım. Üzerime ölü toprağı serpilmiş gibi. Silkinip çıkamıyorum. Gün ışığına, suya hasret bitkiler gibi tatsız ve tuzsuzum. İşte şimdi böyle bir insan oldum iki gözüm. Gayesiz ve huysuz . Evden sokağa her çıkışımda, penceremden dışarı her bakışımda, karabasan gibi çöken sis ve karanlık dokunuyor bana. Oysa ışık umut, umutsa hayat demektir. Ben mi o ışığı yitirdim, yoksa o ışık mı beni; bilmiyorum.

Nedense hep geçmişe bir özlem duygusu büyüyor içimde... İşte böyle iki gözüm. Hangi gündeyiz? Bugün ayın kaçı? Hangi mevsimdeyiz ? Bilmiyorum. Bilsem de, benim için artık hiç bir önemi yok..........

Uzun yıllar önce sevdamı yüreğime yükleyip geldiğim bu yabancı ülkede, koynunda volkanları taşıyan bir dağ gibi sustum. Suskunluğumu delicesine haykırmak isterken, içime ağuları akıttım ve öylece sustum. Kara bir diken gibi yuttum ve içime yığılıp öğlece kalakaldım. İçimdeki yangını, yüreğimdeki yarayı, gözlerimdeki damlayı sorma. Hasretlere dayayıp başımı, hüzünle geçip giden günlere, gecelere döndüm sırtımı iki gözüm. Yorgun, yetim ve yaralı. Gönlümün duvarına kocaman bir sevda resmi çizdim, bir de ateş yaktım ocağıma dağ gibi.Ki, okyanuslar söndüremez.

İnsanlar, var olalı beri kabullenmiş sevdayı. Herkes kendi sevdasının Mecnunu; kendi hasretinin delisi olmuş. Kendi hikayesini, kendi sevdasını en büyük sanmış ve saymış; büyütmüş yüreğinde dağ dağ. Sabır sabır beyninin gergefine işlemiş. Benim sevdam da benim için dünyanın en büyük, en kutsal sevdası....

Ben ki, sevdanın çöllerinde ayrılıkların en büyük hasretini çektim Leyla ‘mın. Ferhat oldum dağları deldim. Kerem oldum yaktım kendimi. Pir Sultan oldum asıldım, Nesimi oldum yüzüldüm. Kavuşmak için gönlümü yollara düşürdüm. Horlandım, ezildim, hakaretlere, işkencelere maruz kaldım.

Yüreğimdeki yangını, gözlerimdeki hicranı sorma iki gözüm. Acılarımı kimsesizliğime yükleyip, uzayıp giden yollara düştüm. Yorgun, yetim ve yaralı. Aşık oldum, yaktım kendimi. İçimde bin yangınla çıktım yola. Sevgilime şiirler yazmak, şarkılar bestelemek, türküler yakmak en büyük ibadetimdi. Kavuşmak ise en inanılmaz hayalim.

Bilirim ki aşkın bahçesinden bir gül koklayan, şeyda bülbül olurmuş. Bilirim ki aşkın pınarından bir damla içen, ömrünce sarhoş gezermiş. Bilirim ki kavuşmak olmasa sevdalılar, ağlayı ağlayı kör olurmuş.

Aşk olmasa iki gözüm, içimde biriktirdiğim bu yangın olmasa, dolmasa iliklerime aşkın hasreti, bu yangın yüreğimi sarmasa, avuçlarımı yakmasa bu ateş, akar mı damarlarımdaki kan! Bir gün kavuşmak hayali olmasa, nasıl dayanılır bu yaşama, bu kimsesizliğe, bu gurbete, bu hasrete iki gözüm, nasıl?

sorma
ben kimim, adım ne, nereden geldim
kim açtı bu kahrolası çukuru yüreğimde
kimi sevdim, kime özlemim
kaç yıl sevda doldu iliklerime
kaç yıl eksildim.

tut ki, bir pınarım suyu kesik
akamadım nazlı nehirlere tut ki
susturulmuş binlerce türkü
bastırılmış binlerce acıyım
baştanbaşa aşk ve ateş

tut ki, incinmiş bir gülüşüm
gecikmiş bir düş
bir ateşin çemberinde
yarım kalmış sevinçler kanayan

tut ki, kar altında sevincim
bütün mevsimlere küsmüşüm

kanadı kırık bir serçeyim tut ki
dağlarda koparılmış kınalı bir çiçek

ateşin zulmünü gördüm
suyun ihanetini
baştanbaşa aşk
baştanbaşa hasret
susturulmuş
milyonlarca türküyüm

bir sarı çiçek
bir sarmaşık belki
çözer dilini yüreğimin

ihanetlerin kilitlediği
                                BİR  MEKTUP  


Benim saf sevgilim.

Bana yazdığın son e-mailde ‘sorunlarınla beni üzdüğünü’ söylemişsin. Kızım, asıl sorunlarını bana anlatmazsan üzülür, hatta darılırım. Biz birbirimiz için ne anlam ifade ediyoruz. Elbette her şeyini bana anlatacak, dertlerini benimle paylaşacaksın. Seni gerçekten büyük bir aşkla seven başka kimin var?. “Ailem” deme... aile, bir genç kızın hayatında, en fazla on sekiz yaşına kadar önemlidir; ondan sonrasında hayatını bir erkeğe adar. Sen yirmili yaşlarının bile sonuna yaklaştın. Doğayı gözlemlemedin mi? Hangi canlının hayatında, ergenlikten sonra, eşi dışında bir ailesi daha var ki? Tüm canlılar olgunlaştıktan sonra eşlerine aittirler.

Zaten, aile ocağında yaşadığın olumsuzlukların bile, asıl nedeninin bizzat senin kendi davranışların olduğunu anladığın zaman gerçekten olgun bir kadın olacaksın. Evet esas neden sensin, çünkü ailenin senin üzerindeki rolünün bittiğini kabullenemiyor, onları lüzumundan fazla önemsiyorsun. Üstelik artık bir erkeğin olduğu halde.

Bak, bir dostun olarak söylüyorum, parasal konuları da bu kadar önemseme. Babanın parası ile yaşıyor olman seni neden rahatsız ediyor ki? Sana kaç kere söyledim, ama dinlemiyorsun! Para işlerini kafana bu kadar takma. Ailenin yanında yaşamaya devam ettiğin sürece onların parası ile geçinmen, sana verdikleri harçlıkları harcaman gayet doğal. Aç, açık değilsin. Fazla bir beklentin de yok. İnan, bu takıntından kurtulduğun zaman, kendini daha iyi hissedeceksin. Son aile kavganız bile para meselesinden çıkmış, ‘nerdeyse dayak bile yiyecektim’ diyorsun.

Cinselliği bir tarafa bırakalım ama, en azından, bu konuda beni dinle biraz. Ben buradayım. Her bunaldığın zaman, beni anımsa ve beni aramaktan da çekinme. Benim maddi durumum belli. Bu sebepten benden maddi yardım kabul edemiyorsun. Ama ne yapar eder senin ihtiyaç duyduğun kadarını temin edebilirim. O zaman benimle yatman da gerekeceği fikrini kafandan silip at artık. Kızım, bunu nereden çıkarıyorsun? İnsan dostlarına yardım edemez mi? Bunun mutlaka bir karşılığı mı olması lazım. En azından biraz borç verebilirim sana.

Annenin, boyuna, senin beceriksizliğini eleştirmesi (ki belki de şakadır) seni neden bu kadar rahatsız ediyor ki. Benim aşkımı kazanmış olmanın, senin, hayattaki en büyük başarın olduğunu kabullenemiyor musun? Bunu başkalarının bilmesine de gerek yok. Onlar, ‘sen başarısızsın’ dedikleri zaman, içinden kahkaha ile gülmelisin. Ama ‘beni çok sevdiğini’ söylemene rağmen, bundan pek de emin değilsin galiba. Hatta cinsellik konusundaki düşüncelerin bile bunu göstermiyor mu? ‘Onlar anlarsa’ endişesi, benimle olmanı bile engelliyor. Rica ederim, bunda ‘günah endişesi de olduğunu’ söyleme. Birbirini seven bir kadınla erkeğin birlikteliğinin günah olduğu, temelsiz bir bağnazlıktan başka nedir ki? Bizim dinimizde karşılıklı olarak serbest irade ile birlikte yaşamayı kabullenmek nikah yerine geçer. Doğanın dengesi ve Allah’ın emri bu. Daha da önemlisi, aşkta, can bile verilir maşuka, bekâret nedir ki?..

Neyse, bundan sonra, seninle sevişmek isteyebileceğimi bile sanmıyorum. Bu bakımdan müsterih ol. Ailenle mutlu bir yaşam sür. Ben, cinsel birlikteliği, samimiyetle itiraf edeyim ki biraz da senin için istiyordum. Böylece birlikteliğimiz, ömür boyu sürecek bir beraberliğe dönüşebilecekti. Gençsin ve aramıza başka bir erkek girmeyecekse, eninde sonunda, senin cinsel ihtiyacının da tatmin edilmesi gerektiğini düşünüyordum.

Biliyorsun, toplum dayatmasının oluşturduğu bazı sosyal engeller bir yana, daha çok da benim şu anda içinde bulunduğum maddi imkansızlıklar evlenebilmemizi imkansızlaştırıyor. Zaten, ailen de şiddetle karşı çıkıyor buna. Sen de onların sözünden dışarı çıkamıyorsun. Evlilik dışı bir ilişkiyi de kabullenemiyorsun. Peki, ne zamana kadar sürecek bu böyle?

Sana bir şey daha söyleyeceğim. Seven ve sevilen bir kadın, çok mutlu olmalı. Senin hâlâ bunu anlayamayıp üzülebilmeni kabul edemiyorum. Ben seni hâlâ seviyorum. Seni hayatımın bir parçası olarak kabul ediyorum. Eğer istersen bu böyle de devam edecek. Şimdilik, liseli bir sevgili olarak kalmak istemen, henüz cinsel olgunluğa erişmediğini gösterse de, eninde sonunda sen de olgunlaşacaksın. O zaman, benim gerçek kadınım olacağın hususundaki inancımı hiç kaybetmedim, ama buna ömrümüz yetecek mi orasını bilemiyorum. Madem böyle istiyorsun, bunu da kabul edebilirim. Ama gerçekten karım, kadınım olmanı tercih ederdim.

Bu kararsız tutumun ve cinsel yaklaşımın nedeniyle olacak, zaten, sana duyduğum arzu da her geçen gün biraz daha azalıyor. Senin istediğin de gerçekten buysa, artık memnun olabilirsin.

Sevgilerle...


BİR DOST MEKTUBU

Yağmur damlaları saçaklardan sarkarken gönüllere,puslu bir havanın kasvetinde yazıyorum bunları sana…

Uykusuzluğun verdiği delilik zamanlarında gözlerimin altında ki morluklar kadar yoksun düşlerimde.geçmişin şimdilere döndüğü zamanlardır bende ,zamanın durduğu an ve başlarım yazmaya ruhumdan esen rüzgarlarım gibi…


Düşünürüm de şimdi seni ;
Çelişki dolu bir ruhun en güzel yansımasıydın , şehvetin ile ter kokan yatağımda.gün olur eserdin ruhumda savurur dağıtırdın kimliğimi zamanın esiri ruhlara…an olurdu zamanı durdururdun gözlerinde , alırdın hiçliğin zamansızlığına beni de.erişemezdin çok zaman ruhuma, ruhumu ben sererdim ayakların altına ...ezer geçer miydin beni?hıh…

Düşünür müsün bazen beni,düşünürüm de bazen bunu.şaşırır gülerim kendime sonra.nasıl çıkmıştın karşıma ve nasıl …nasıldı ama ilk öpüşmemiz ya ilk sevişmemiz?ahhh o ilk ruhuna dokunuşum…kendine sakladığın o ilk gülüş…senin sesine aşık olmuştu ruhum ilk bana söylediğin şarkıyla.şimdiyse nefretine mi dersin aşık ruhum?bomboş bir aşkın gölgesiz izleriydi sanırım yaşadığımız.öyleyse neden hala düşümdesin ?

Zaman mumların ömrü kadardır odamda ve düşlerim sonsuzdur bıraktığın izlerde.ben yazarken hala sana ,unutulmuş bir tutkunun külüydüm aslında.aldanma düşlerimin gölgesi kelimelere,inanma yazdığımı düşündüğüm bu çelişkilere.ulaşır mı sana geçmişim bilmem ama var oldun yine bir kalbin zindanlarında.artık duvarlara yansıyan mumların can çekişi gibiydi düşlerin çok zaman ve aşkın gibiydi mumların alevi.hani derler di ya rüzgarın mumu söndürüp ateşi körüklemesi gibi.işte tam böyleydi yaydığımız ateş ve ışık.bir rüzgar olmasa da esen bir üfleyişti belki zaman…

Mumlarım yaşlanmaya başladı ruhum kağıtlarda erirken.düşlerinin zamanı tükenmeye başladı ,çelişkilerim gerçeklere sarılırken.sen rüyaların pembeliğinde sürdürürken aşkını bir ben miyim kağıtlarda tüketen düşlerini?sormak isterdim sana gerçeklerini.neyse artık ışığım tükeniyorken bana sana mı saçayım ışıklarımdan.sendin seçen karanlıkları ,bendim yalnız kalan ışıklarımdaki…hıh…bir yaprak daha harcamışken kendini bana ben harcamışım aşkımı sana,çok mu dersin…

Çok güzelim çok…anlamayana, hele sana …

 

Bugün 9 ziyaretçi (96 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol